12 Ağustos 2012 Pazar

Inga

Pediatri asistanıyım. Her ay başka bir yerde, bir serviste veya poliklinikteyiz. Hematolojiye de gittim, ağızdan sıvı tedavisi “ishal” merkezine de… Bu aralar çocuk acil polikliniği, “ÇAP”ta görevliyim. Öncü ve arkacı olmak üzere iki doktor var burada. Öncü, gün içinde gelen acil vakalarla ilgilenir. Arkacı ise yatan hastalar ve daha önce acilde muayene olmuş olup kontrole gelen hastalardan sorumludur.

Arkacıyım bu sabah. Önümde milyonlarca, en azından on beş tane, dosya… Üzerimde yataklarda yatan ya da geçen gece muayene olup bugün kontrole çağırılan hastaların sorumluluğu…

İşler kesat… Hani bu şekilde ifade etmem de çok yanlış oldu, biliyorum. Hareket yok yani acil serviste. Yanlış anlaşılmasın, acil servisin en çok bu halini seviyorum. Yatan hastaların durumları istikrarlı… Aynı şekilde acildeki bir öncü için de en güzel renk, hasta çağırma ekranında nadiren ortaya çıkan, hasta yokken gördüğümüz o gri renktir mesela. Her şey yolunda yani…

Her şey yolunda dedim ya -fırsat bu fırsat- sorumluluğunu aldığım hastalardan birinin annesi sesleniyor: Doktor hanım!

Bu gece gelmiş olan, sadece birkaç aylık bir bebek… Morarana kadar nefesini tutuyor ya da belki bir şey nefes almasına mani oluyor, emin değiliz. Yine düşmüş kanındaki oksijen düzeyi. Yine nefes alamıyor. Ona bağlı cihazlar bağırıp duruyor “Sorun var, sorun var, sorun var!” diye. Ben ve öncü ortağım, ikimiz de koşuyoruz bebeğin yanına. Yanımızda stajyerler de var. Nerede kalabalık görseler onlar da çekirge sürüsü gibi toplaşırlar oraya.

Bebeğin gözleri yarı açık, boş bakıyor. “Ampu getirin!”

Bir elimle ampunun ağızlığını tutuyorum, bebeğin küçük ağzına tam uysun da havanın çoğu dışarı kaçmasın diye. Diğer elimle de hava pompalamaya çalışıyorum. Var gücümle sıkıyorum pompayı.

Öncü doktor arkadaşım bebeği mıncıklamaya başlıyor. Kendine gelsin de ağlasın, nefes alsın, yaşasın diye. Bir süre sonra bebenin annesi de katılıyor ona. Havasızlıktan morarmaya başlamış olan bebeğin karnını, kollarını, bacaklarını sıkıp belki de daha fazla morluk oluşturuyorlar. Canı acıyacak belki, evet ama yeter ki ağlasın, bunu istiyoruz. Hava pompalamaya devam ediyorum.

Kronometre tutuyor değilim ama epey bir süre geçiyor. Annesi bırakıyor bebeği mıncıklamayı. Sol eliyle sağ dirseğini tutarken sağ elini ağzına götürüyor. Sanki birazdan söyleyeceği söz ayıpmış, günahmış da sözcükleri havada yakalamak istiyormuş, fazla uzaklaşmasını istemiyormuş gibi. “Ölecek, değil mi?” Öncü arkadaşım kızıyor anneye, ellerinde bebeğin eti var, sıkıyor var gücüyle, sonra bırakıp başka bir yeri sıkıyor, sonra başka bir yeri.

“Iha… Iha… Inga!”

Ampuyu çekiyorum bebeğin ağzından. Arkadaşım bırakıyor bebeği mıncıklamayı. Üzerine eğilip birkaç saniye bakıyor, bakışlarının anlamlılığından, kendine geldiğinden emin oluyoruz. Derin bir nefes alıyoruz, masalarımıza dönüyoruz.

Doktor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı alakasız söyleyecek sözün, anlatacak anı'n varsa sen de paylaş.