3 Haziran 2011 Cuma

Aşti

Ankaray’dan inmeye çalışıyorum, ama trene binmeye çalışanların tazyiki izin vermiyor buna. Hepsi de aynı yüce amaç için, vagona biraz daha erken girmek için baskı yapıyorlar inenlere ve artık bundan vazgeçmiş olan bana. Anlayamıyorum. Ben, şimdi binmek isteyen herkesten en az 15 dakika önce bindim bu trene. İçerisi düşündükleri kadar eğlenceli olsaydı gösteriden en çok haz alan ben olurdum. Ama değilim. İteklemeyin!

Sırtımda Sabancı Üniversite’sinden aldığım sırt çantam; omzumda ağır, silindirik bir başka çanta… Takdir etmek gerek, metrodan inip otogara geçmek isteyenler için güzel bir sistem kurulmuş: Yürüyen zemin. Özellikle benim gibi yükü ağır olan insanların yararlanması amacıyla, yürümeye enerji harcamadan ilerleyebileceğiniz, elli metre kadar uzunlukta, bir metre genişlikte yol. Sırtımdaki, omzumdaki çantalarla ilerlemem güç olduğu için benim de epey işime yarayabilir o yol. Neden onu kullanmayıp duran zeminde yürüdüğümü ben de bilmiyorum.

Aşti uzaktan böyle görünüyormuş. Güzelmiş.
Benim otobüsüm “Giden” peronundan değil, “Gelen” peronundan hareket edecek. Çünkü her ne kadar İstanbul’a gidiyorsa da Kayseri’den geliyor. Giden salonunun havalı “Bursa yolcusu var mı? Bursa’ya mı gidiyorsun hemşerim? İstanbul mu? Hı… Ama Bursa’ya gideceksen ucuza bilet var yani…” sohbetinden uzak, sıcak bir yer benim için “Gelen Salonu”. Ama çığırtkanlardan kaçsanız bile nerede olursanız olun şu anonstan kaçmak mümkün değil: “Aşti içinde çığırtkanlık yapmak yasaktır. Lütfen çığırtkanlara itibar etmeyiniz.”

Gelen salonunda güzel bir yer buluyorum kendime. Eşyalarımı bırakıyorum, beklemeye koyuluyorum. Beklediğim şey otobüsüm değil. Bir saatten çok var gelmesine. Gözlerimi onun için dört açmadım. Hayır, beklediğim, her gününü burada geçiren, 118 numaralı peronun karşısındaki duvarla oturaklar arasında yatıp kalkan, psikolojik sorunları olan, sürekli kendisiyle konuşan, bazen coşan, çok kez havaya küfreden, deli bir teyze… Son iki gelişimde onunla karşılaşamadım burada, merak ediyorum akıbetini. Oturuyorum.

Otuz dakika kadar bir süre sonra bir öksürük sesi kesiyor düşüncelerimi. Gerçi bir şey düşündüğüm de yoktu. Kalkıyorum yerimden, 118’inci perona yürüyorum. Kırmızı pijamasıyla, oturaklardan birinin arkasında, bir battaniye üzerine uzanmış o kadını görüyorum. Öksürüyor bir kez daha. Doktor değilim, ama hiç hoşuma gitmiyor bu öksürüş. Moralim bozuk şekilde, öksürüşler eşliğinde eşyalarımın yanına dönüyorum.

Salonda gezinip kendi kendine konuştuğunu bilirdim. Ama şu ana kadar nasıl yaşadığını hiç merak etmedim. Ne yer, ne içer ya da bir şey yer içer mi? Hiç sormamıştım bunları kendime. Şimdiyse merak ettiğim kaç gün yaşayacağı. Uzunca bir süre geçtikten sonra eşyalarımı alıp perona varan otobüsüme doğru yürüyorum. Bana ağır gelen bir yük…

Suskun Geveze

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı alakasız söyleyecek sözün, anlatacak anı'n varsa sen de paylaş.