18 Eylül 2011 Pazar

Kırk Beş

Gecenin geç -aslında sabahın erken- bir saatinde, karşımda monitör ve Portal 2’nin bölümlerinden biri var. Oyun piyasaya sürüleli, paylaşım sitelerinden satılmaya başlanalı saatler geçti ve ben de saatlerdir başındayım oyunun.

Oyunun sonlarına yaklaştım, biliyorum. Bu sona erince Portal’ı da bir gecede bitirmiş olacağım. Bu, Call of Duty’nin o yeni bölümünün çıktığı haftayı hatırlatıyor bana. Oyunun, emektar bilgisayarıma, şimdiki yanında ağır aksak kalan bir internet hızıyla yüklenmesi dört gün sürmüştü de oyunu bitirmek dört saatten biraz fazla zamanımı almıştı hani. O ilk oyunun damağımda bıraktığı benzersiz lezzete değerdi o bekleyiş. İnternetin kalbinde olduğum için baytlar oluk oluk akıyor odama. Bugün öyle uzun bir bekleyiş olmadı.

Oyundaki son bölümü de tamamlıyorum. Oyuna katkıda bulunanların listesi önümde belirdiğinde, isimler yavaş yavaş aşağı inerken göz kapaklarıma bir ağırlık çöküyor ve onlar da aşağı inmeye başlıyorlar. Oyunu bitirmenin huzuruyla rahat bir uyku çekebilirim artık. Sömestr ortasında yapılan sınavın sonuçları açıklanacak bugün. Eeeeh açıklanırsa açıklansın. Biri bana söyler nasılsa. Okula erkenden gitmeyeceğim, odamda dinleneceğim.

Yatıyorum. Uyanıyorum. Biri arıyor. Lisedeyken dershanede tanıştığım, şimdi aynı üniversiteyi paylaştığımız biri bu. Saate bakıyorum, öğlen üç olmuş. Sınavın sonuçları açıklanmış olmalı. Açıyorum telefonu, fazla uzatmadan neden arandığımı soruyorum, cevabımı alıyorum.

Nasıl kırk beş alırım lan! Bu işte bir terslik olmalı. "Under the lights of this information above it can be concluded that" ile başlayan sonuç paragrafları yazabiliyorum ben! Yani İngilizce biliyorum, nasıl kırk beş alırım? Birkaç kez soruyorum arkadaşıma, belki şaka yapıyordur falan diye… Yapmadığını söylüyor. Gerçi şaka yapıyorsa ve buna hala devam ediyorsa şaka yaptığını itiraf etmesi çok saçma olurdu.

Her neyse… Yurttan çıkmış ve yollara düşmüş bulundum bir kere. Bizim, Sovyetlere çevrilmiş bir tabanca görünümündeki kampüsü düşün. Onun kısa kenarının yarısı kadarlık mesafeyi yürüyerek, hızlı hızlı yürüyerek kat ediyorum. Arkadaşlarımı buluyorum, bir masanın etrafına oturmuş güle oynaya sohbet ediyor pislikler. Şakaymış, belli oluyor. Beni buralara kadar getirdikleri için utanıp utanmadıklarını soruyorum. Utanacak bir şey olmadığı cevabını alıyorum. Şaka yapmıyorlarmış, iyice kafam karışıyor. Bir liste uzatıyorlar bana, notların olduğu liste bu.

Neyi yanlış, neyi eksik yapmışım acaba? Arıyorum adımı. Kaydırdım mı yoksa? Yok be, neyi kaydıracağım ki, kapı gibi essay yazdım hem. Meteor, Meteor, Meteor… Hah, buldum! Listening, reading, writing, total… E seksen altı ya lan işte! Bu kez cidden öldüreceğim bunları!

Meteor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı alakasız söyleyecek sözün, anlatacak anı'n varsa sen de paylaş.