21 Mayıs 2011 Cumartesi

Heybeliada

Dershaneden çıkıyorum. Sevgilimle buluşuyoruz. Saatlerce ders dinledikten sonra sevdiğimin yüzünü görmenin nasıl bir şey olduğunu tahmin edersiniz: Süper bir şey. Kararlar verilmiş, planlar yapılmış: Heybeliada’ya gidiyoruz.

Heybeliada’ya daha önce hiç gitmemiştim. Bu ilki, onunla yaşayacak olmak apayrı bir zevk. Deniz yolculuklarını oldum olası sevmişimdir. Köpükler, su, maviler falan… Ayağı toprağa değen çamura bulanıyor sanki, oysa tuzlu su yara yaksa bile temizlik, tuzu olsa bile saflık demektir benim için. Hele sarı ve kırmızı aşkıma rağmen şu güzeller güzeli mavinin baştan çıkarıcılığı yok mu? Mümkün olsa da hiç yanaşmasak karaya ama günün ilk deniz yolculuğu sona eriyor.

Ayak bastığım ada çok tatlı bir yer… Sahilde üç beş balık lokantası, kafe var, hepsi bu kadar. Hemen gezmeye, gezerek öğrenmeye, tanımaya başlıyoruz bu yeri. Tek katlı şirin evler, sokaklarda koşuşturan çocuklar, evlerinin önünde merdivenlere oturup konuşan, belki dedikodu yapan belki yemek tariflerini paylaşan kadınlar… Sağlık ocağının yanından geçiyoruz. Ama aklımı orada, sağlık ocağının duvarında, hoşuma giden şu bir çift cümlede bırakıyorum: “Sevebilme yeteneği en büyük şanstır. Sevgi en büyük ilaçtır.” Yanı başımdaki insana, en büyük şansıma bakıyorum. Gülümsüyorum.

Bu diyarı karış karış dolaşma arzusuyla yanıyorum. Bu hayalimin büyük kısmını gerçekleştiriyoruz bugün ama nihayetinde ikimiz de yorgun düşüyoruz. Durmak istemiyorum aslında ama bir buçuk ay geçti ameliyat oluşum üzerinden. Ölmüyorum merak etmeyin, basit bir iki operasyon sadece. Ama yine de doktor amcalar kesip biçtiler beni. Ben gezmek istesem de o sağlığımı düşünüyor, dinlenmemi uygun görüyor. Oy çokluğuyla dinlenmemde karar kılıyoruz. Ara sokaklardan sahile iniyoruz.

Sahilde rakı balık keyfi… Evet, alkol kullanıyorum. Ama kızmayın bana, abartmadım hiçbir zaman. (Abarttıysam da hatırlamıyorum.) Bu şehirde, bu denizin yanı başında, bu gökyüzü altında sarhoş olup dağıtamıyorum kendimi. Kıyamam ki bu şehre! Yine de, kimseyi rakıya özendirdiğimi düşünmeyin, Zakkum’un “Anason”unu dinleyip de rakı içmemiş olmak yanlış geliyor bana. Başlamayacak olan dinlemesin.

Rakılar içilip balıklar bitirilince yeniden başlıyoruz tırmanmaya. Ağaçların ortasında dolanıyoruz biraz. Bir şey arıyorum. Aradığım şeyi sevgilim buluyor: Ağaçların arasından denizi izleyebileceğimiz harika bir yer. Oturuyoruz. Başımı omzuna yaslıyorum. Kalbim çok hızlı çarpıyor ama garip, huzur doluyum. Başım dönüyor. Daha doğrusu başım hareketsiz, sevgilimin omzunda hâlâ, dünya dönüyor etrafımızda. Galiba sarhoş oldum. Sebebi rakı değil.

Yanlışlar Prensesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı alakasız söyleyecek sözün, anlatacak anı'n varsa sen de paylaş.