29 Mayıs 2011 Pazar

Yatakhane

Yatakhanede, odamdayım. Sol yanımda Maymun uyuyor. 8’de kaldırmam gerekiyor onu, unutturmayın. Kuruluyorum Majeste’nin bilgisayarının karşısına. Bu sene boş vaktimin, yani bütün vaktimin, çoğu bu bilgisayar karşısında geçti. Metin dosyasını açıp yazmaya başlıyorum. Ne yazacağımı planlamadım. Çünkü biliyorum: Bu kez yazışımla eşzamanlı gelişen bir öykü olacak bu.

Yurdun merkezindeki odalardan biri bizimkisi… Yurdun tam ortasındaki apartman boşluğuna bakıyor pencere. Her katta bunun gibi 6 oda ve yurtta bizimki gibi 7 kat daha var. Dolayısıyla teknik olarak 47 odayla aynı atmosferi, aynı duygu yoğunluklarını, aynı başarıları, aynı hayal kırıklıklarını paylaşıyoruz. Bu, genelde kötü sonuçlar doğuruyor. Ama bazen çok kötü sonuçlarla da karşılaşabiliyoruz. Yine de alışıyoruz çoğu zaman, alıştım.

“Varlığın çok şey kazandırır ama yokluğun hiçbir şey kaybettirmez.” Her odada başka bir sohbet dönüyor. Bu beylik cümlenin çıktığı ağızsa tam karşımızdaki odada, etkileyici ses tonu ve düşük karakter yapısına sahip biri… Yurt hayatının büyük çoğunluğu diğer odalardaki insanlara bağırıp müzik sesini kıstırmak veya sohbetlerini baltalamakla geçti. Bazen de hayatla ilgili çok şey bildiğini zannederek konuşur böyle. Oysa söz ettiği konu, büyük şehirde sevgiliye sahip olmak, hakkında ne biliyor olabilir ki? Benim yokluğum ona değil belki ama Minik Melek’imin yokluğu bana çok şey kaybettirir mesela.

“Begüm… Begüm hu…” Bu da başka bir odadan gelen inilti… Yurdumuzda her odaya 24 saat kesintisiz müzik keyfi sunulur. İstesen de istemesen de dinlemek zorundasındır hangi odadan geldiği belli olmayan melodileri. Bir nevi korsan radyo gibi, sadece bu radyo kanalı bulunduğum binadan yayın yapıyor. Ve bazen müziğe parazit kıvamında bu tarz sanatsal yorumlar eşlik ediyor.

Düüüüüt… Düdüt… Düt… Kambersiz düğün olmaz. Neyzen Tevfik de geldi nihayet. Bu apartman boşluğu bir gitarist, bir de bağlama ustası yetiştirdi bu sene. Tevfik’inse, artık adı bu, hangi şarkıyı çaldığını koca bir yıl boyunca çözemedim. Elindeki flüt ya da her ney’se, çocuğun aklındakinden çok daha farklı bir şey ortaya çıkardığı kesin. Sana hiç söyleyemedim Tevfik. Ama şu an, “Rahatlatıcı bir müzik ziyafeti sunuyorum yurttakilere ve ruhlarını dinlendiriyorum.” diyorsun ya içinden, yanılıyorsun kardeşim. Allah aşkına nefesini kendine sakla.

Sesleniyorum iki kez. Karşılık alamıyorum. Bir kez daha, daha yüksek sesle tekrarlıyorum Maymun’un adını ve hafifçe dürtüyorum onu. Garip bir ses çıkarıyor. Yavaş yavaş doğruluyor yatağında. Bizim lavabodan gelen su damlamaları da eklendiğinde yurdun senfonisine, demeyin keyfime. Bu keyfe o da eşlik etsin istiyorum.

Suskun Geveze

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı alakasız söyleyecek sözün, anlatacak anı'n varsa sen de paylaş.